Reşat Ekrem Koçu, “İstanbul” Konuşmaları, Hazırlayan: Süleyman Şenel, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yay., İstanbul, 2005, ISBN 975-00581-1-9
Şehir kurmak insan oğlunun tarımdan sonra gerçekleştirdiği ikinci büyük inkılâbdır. Üçüncüsünün de sanayi inkilâbı olduğu düşünülürse tarihî süreklilik içinde şehrin önemi anlaşılabilir. Şehrin oluşumu, insanların bir araya gelmesinin ötesinde bir vakadır; farklı kabiliyetlerdeki insanların oluşturduğu bir ilişkiler yumağıdır. Bu yumağı iktisadî, dinî, kültürel, edebî, mimarî ilişkiler oluşturur. Şehirde yaşayan her bir insan diğerleriyle, yukarıda ismini zikrettiğimiz kavramlar çerçevesinde ilişki içindedir. İnsanlar arasında bahsi geçen kavramlar vasıtasıyla oluşan ilişkiler gibi kavramlar arasında da bir ilişki ve karşılıklı bir etkileşim mevcuttur. Belirli bir zaman itibarıyla dondurduğumuzda bu ilişkiler yumağı önümüze şöyle bir temsil çıkarmaktadır; yatay ve dikey boyutta farklı iplerin dokunduğu, değişik noktalarda sayısız düğümleri olan, ama uzaktan bakıldığında ‘anlamlı desenlere’ sahip bir kilim.
Tarihin ilk şehirleri bereketli hilâl olarak adlandırılan Mezopotamya’da ortaya çıkmışlardır. Nil ve İndus vadisinde kurulmuş diğer şehirler ise bunları takip etmiştir. Bu şehirler yaklaşık olarak M.Ö. 3000’li yıllarda kurulmuştur. Babil, Nippur ve Ur, bu şehirlerin başında gelmektedir. Buralarda var olan kültürler sadece şehirle sınırlanmıştır. Siyasî mânada şehir-devletleri olmanın ötesine geçememişlerdir. Bunun yanında imparator şehirlerden, yahut imparatorluk kurmuş şehirlerden bahsedebiliriz. Roma, Pekin, Konstantinapolis/İstanbul, Bağdat, Londra, Viyana ve New York, imparator şehir diye tanımladığımız kategoriye girmektedir. Daha evvel bu sayfalarda eserini tanıttığımız Gasset’in deyimiyle devlet olma isteği her türlü sınırı aşma çabasıdır. Bu bağlamda imparator şehrin, bu çabayla, yarattığı cazibe merkezi iki yönlü çalışır; şehirden çepere doğru, çeperden şehire doğru. Şehirden çepere doğru olan tesir, kendisini çevrede bulunan toplulukları her sahada hakimiyetine alma iradesinde gösterir. İmparatorluğun ulaştığı en uç noktada dahi kendini tekrar kurma temayülündedir. Çeperden şehre doğru olan tesir ise hakimiyet alanına giren diyarların topluluklarının imparator şehre doğru hem insanî, hem iktisadî olarak yönelmesidir. Işık ve pervane metaforu bu durumu daha vazıh bir şekilde açıklar. Işık, tabiatı gereği yayılmak, pervaneler de ışığa doğru uçmak ister.
İmparator şehrin yaratığı bu tesir sahası, yeni bir sentezin oluştuğu bir merkeze dönüşür. Çeşitli toplulukların ortaya koydukları manevî ve maddî eserler, imparator şehre çekilerek yeniden yoğrulmakta, oluşturulan ve oluşturulmakta olan medeniyete katılmaktadır. Bu çerçevede imparator şehri çeşitli kültürlerin yeniden sentezlendiği bir imbik olarak da düşünebiliriz. İçinde yaşadığımız şehir olan İstanbul, elimizdeki bilgiler ışığında, yukarıdaki kavramsallaştırmaya uygun bir misali teşkil etmektedir. Daha evvel Doğu Roma İmparatorluğu’na başşehirlik yapmış, fethinden sonrada Osmanlı’yı devletlikten imparatorluğa yükseltmiştir. Sultan II. Mehmet tarafından şenlendirilmeye çalışılan şehir, 16. Yüzyıldan itibaren bütün dünya şehirlerini geride bırakan bir cazibe merkezi haline gelmiştir. Bu imbiğin süzgeçlerini oluşturan İranî, İslâmî ve Turanî gelenekler, feth edilen diyarların unsurlarını merkez içine çekip yoğurarak daha sonra hukuktan lisana, yemek kültüründen dinî hayata, idarî sistemden giyim kuşama, yeni latif bir karışım ortaya koymuştur. Mevzubahis imbikleme süreci, fetihten sonra başlamış ve günümüze kadar gelmiştir.
Reşad Ekrem Koçu, “İmparator Şehir” İstanbul’un birikimini tarihin tozları arasından kurtararak bugünlere kadar gelmesine vesile olmuş önemli şahsiyetlerden biridir. Reşad Ekrem, 1931 yılında Dar’ül Fünun’un Tarih Bölümünden mezun olduktan sonra Ahmet Refik’in yanında asistanlığa başlamış, 1933’deki Üniversite Reformuyla üniversiteden uzaklaştırılmıştır. Bir tarih ve İstanbul âşığı olarak çalışmalarına devam etmiştir. Bu çerçevede yüze yakın eseri yayınlanmıştır. Padişahların ve sadrazamların hayatlarından yeniçerilere, İstanbul’un meyhane hayatından tulumbacı hikâyelerine kadar değişik konularda tarihî vesikalara dayanarak eserler yayınlamıştır. Diğer tarafta Forsa Halil ve Esircibaşı gibi tarihi romanları kaleme almıştır. Kaleme aldığı bu eserler vasıtasıyla, Hocası Ahmet Refik ile beraber tarihi halka sevdirmişlerdir. Ama çalışmalarından en önemlisi ise kendi çabalarıyla 1944 yılında çıkarmaya başladığı, fasılalarla 1973 yılına kadar 173 fasikülü yayınlanan İstanbul Ansiklopedisi’dir.
Reşad Ekrem Koçu’nun doğumunun 100. Yılı münasebetiyle İstanbul Belediyesi, 1970’li yılların başlarında Sadi Yaver Ataman ile beraber yaptıkları konuşmaların kaset kayıtlarını kitap ve CD olarak yayınlamıştır. Kitapta (ses kayıtlarında) İstanbul âdetlerinden hamamlarına; Katibim türksünün hikayesinden, Yahya Kemal’e kadar bir çok konu üzerine yapılmış konuşma yer almaktadır. Sadi Yaver Ataman ile sohbet havasında geçen bu konuşmalar Reşad Ekrem Koçu’nun latif ve sürükleyici Türkçesiyle kendini dinletmektedir.
Şehir kurmak insan oğlunun tarımdan sonra gerçekleştirdiği ikinci büyük inkılâbdır. Üçüncüsünün de sanayi inkilâbı olduğu düşünülürse tarihî süreklilik içinde şehrin önemi anlaşılabilir. Şehrin oluşumu, insanların bir araya gelmesinin ötesinde bir vakadır; farklı kabiliyetlerdeki insanların oluşturduğu bir ilişkiler yumağıdır. Bu yumağı iktisadî, dinî, kültürel, edebî, mimarî ilişkiler oluşturur. Şehirde yaşayan her bir insan diğerleriyle, yukarıda ismini zikrettiğimiz kavramlar çerçevesinde ilişki içindedir. İnsanlar arasında bahsi geçen kavramlar vasıtasıyla oluşan ilişkiler gibi kavramlar arasında da bir ilişki ve karşılıklı bir etkileşim mevcuttur. Belirli bir zaman itibarıyla dondurduğumuzda bu ilişkiler yumağı önümüze şöyle bir temsil çıkarmaktadır; yatay ve dikey boyutta farklı iplerin dokunduğu, değişik noktalarda sayısız düğümleri olan, ama uzaktan bakıldığında ‘anlamlı desenlere’ sahip bir kilim.
Tarihin ilk şehirleri bereketli hilâl olarak adlandırılan Mezopotamya’da ortaya çıkmışlardır. Nil ve İndus vadisinde kurulmuş diğer şehirler ise bunları takip etmiştir. Bu şehirler yaklaşık olarak M.Ö. 3000’li yıllarda kurulmuştur. Babil, Nippur ve Ur, bu şehirlerin başında gelmektedir. Buralarda var olan kültürler sadece şehirle sınırlanmıştır. Siyasî mânada şehir-devletleri olmanın ötesine geçememişlerdir. Bunun yanında imparator şehirlerden, yahut imparatorluk kurmuş şehirlerden bahsedebiliriz. Roma, Pekin, Konstantinapolis/İstanbul, Bağdat, Londra, Viyana ve New York, imparator şehir diye tanımladığımız kategoriye girmektedir. Daha evvel bu sayfalarda eserini tanıttığımız Gasset’in deyimiyle devlet olma isteği her türlü sınırı aşma çabasıdır. Bu bağlamda imparator şehrin, bu çabayla, yarattığı cazibe merkezi iki yönlü çalışır; şehirden çepere doğru, çeperden şehire doğru. Şehirden çepere doğru olan tesir, kendisini çevrede bulunan toplulukları her sahada hakimiyetine alma iradesinde gösterir. İmparatorluğun ulaştığı en uç noktada dahi kendini tekrar kurma temayülündedir. Çeperden şehre doğru olan tesir ise hakimiyet alanına giren diyarların topluluklarının imparator şehre doğru hem insanî, hem iktisadî olarak yönelmesidir. Işık ve pervane metaforu bu durumu daha vazıh bir şekilde açıklar. Işık, tabiatı gereği yayılmak, pervaneler de ışığa doğru uçmak ister.
İmparator şehrin yaratığı bu tesir sahası, yeni bir sentezin oluştuğu bir merkeze dönüşür. Çeşitli toplulukların ortaya koydukları manevî ve maddî eserler, imparator şehre çekilerek yeniden yoğrulmakta, oluşturulan ve oluşturulmakta olan medeniyete katılmaktadır. Bu çerçevede imparator şehri çeşitli kültürlerin yeniden sentezlendiği bir imbik olarak da düşünebiliriz. İçinde yaşadığımız şehir olan İstanbul, elimizdeki bilgiler ışığında, yukarıdaki kavramsallaştırmaya uygun bir misali teşkil etmektedir. Daha evvel Doğu Roma İmparatorluğu’na başşehirlik yapmış, fethinden sonrada Osmanlı’yı devletlikten imparatorluğa yükseltmiştir. Sultan II. Mehmet tarafından şenlendirilmeye çalışılan şehir, 16. Yüzyıldan itibaren bütün dünya şehirlerini geride bırakan bir cazibe merkezi haline gelmiştir. Bu imbiğin süzgeçlerini oluşturan İranî, İslâmî ve Turanî gelenekler, feth edilen diyarların unsurlarını merkez içine çekip yoğurarak daha sonra hukuktan lisana, yemek kültüründen dinî hayata, idarî sistemden giyim kuşama, yeni latif bir karışım ortaya koymuştur. Mevzubahis imbikleme süreci, fetihten sonra başlamış ve günümüze kadar gelmiştir.
Reşad Ekrem Koçu, “İmparator Şehir” İstanbul’un birikimini tarihin tozları arasından kurtararak bugünlere kadar gelmesine vesile olmuş önemli şahsiyetlerden biridir. Reşad Ekrem, 1931 yılında Dar’ül Fünun’un Tarih Bölümünden mezun olduktan sonra Ahmet Refik’in yanında asistanlığa başlamış, 1933’deki Üniversite Reformuyla üniversiteden uzaklaştırılmıştır. Bir tarih ve İstanbul âşığı olarak çalışmalarına devam etmiştir. Bu çerçevede yüze yakın eseri yayınlanmıştır. Padişahların ve sadrazamların hayatlarından yeniçerilere, İstanbul’un meyhane hayatından tulumbacı hikâyelerine kadar değişik konularda tarihî vesikalara dayanarak eserler yayınlamıştır. Diğer tarafta Forsa Halil ve Esircibaşı gibi tarihi romanları kaleme almıştır. Kaleme aldığı bu eserler vasıtasıyla, Hocası Ahmet Refik ile beraber tarihi halka sevdirmişlerdir. Ama çalışmalarından en önemlisi ise kendi çabalarıyla 1944 yılında çıkarmaya başladığı, fasılalarla 1973 yılına kadar 173 fasikülü yayınlanan İstanbul Ansiklopedisi’dir.
Reşad Ekrem Koçu’nun doğumunun 100. Yılı münasebetiyle İstanbul Belediyesi, 1970’li yılların başlarında Sadi Yaver Ataman ile beraber yaptıkları konuşmaların kaset kayıtlarını kitap ve CD olarak yayınlamıştır. Kitapta (ses kayıtlarında) İstanbul âdetlerinden hamamlarına; Katibim türksünün hikayesinden, Yahya Kemal’e kadar bir çok konu üzerine yapılmış konuşma yer almaktadır. Sadi Yaver Ataman ile sohbet havasında geçen bu konuşmalar Reşad Ekrem Koçu’nun latif ve sürükleyici Türkçesiyle kendini dinletmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder