2 Mayıs 2012 Çarşamba

Kütlelerin İsyanı


Ortega y Gasset, Kütlelerin İsyanı, Tercüme: Nejat Muallimoğlu, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1992,153 s.


 Zamanın aşındırıcı rüzgarlarının etkilemediği bazı durumlar vardır. Buna iyi bir örnek altındır; insanlığın bilinen ilk zamanlarından beri değerini kaybetmemiştir o. Altın toprak altında kalarak zamanın etkisine maruz kalır; ama, bu sadece arızi bir durum teşkil eder. Üzerindeki ince kimyevi tabaka silindiğinde güneş gibi parlamaya başlar. Mahiyeti itibariyle altın her zaman altınlığını sürdürür. Bazı düşünürler ve bazı düşünceler de altın gibidir. Çağın aşındırıcı rüzgarları bunların büyüklüğünden bir şey eksiltmez; tersine zaman ilerledikçe değeri artmaya başlar. Eflatun’un Devlet’i, Farabi’nin Erdemli Şehir adlı eserleri buna güzel bir örnek teşkil eder. Devletin teşekkül edişi ve hayatiyetini sürdürmesi bu kitapların merkez aldığı konuların başında gelir. Yukarıda bahsedilen çerçevede değerini yıllar geçtikçe artıran diğer bir yazar ise Ortega y Gasset’tir. Gasset’in I. Dünya Harbi sonrasında kaleme aldığı Kütlelerin İsyanı da yine bu çerçevede değerlendirilebilecek bir eserdir. Gasset’in bu kitapta yer alan temel düşüncelerinden biri, demokratikleşme ile beraber kütlelerin sosyal iktidarı tam bir şekilde ele geçirmiş olmalarıdır. Gasset, kendilerine bile yön veremeyen böyle bir kütlenin medeniyetin kaderinde söz sahibi olmasını medeniyetin bunalımı olarak değerlendirmektedir. Tek tek akılların toplamından büyük ve her şeyi çözmeye muktedir bir "aklın" çıkmayacağı tabiidir. Gasset seçkinlerden yoksun bir cemiyetin, cemiyet olmaktan çıkacağını ve bunalıma sürükleneceğini söylemektedir. Hobbes ve Rousseau gibi modern devlet nazariyatçıları devletin mekanik bir şekilde teşekkül etmiş bir varlık olduğunu savunmuşlardır. Gasset ise devleti insanın sahip olduğu kan, dil, din birliğinin ötesinde tabiatına karşı oluşturduğu bir kurum ve varlık olarak düşünür. Bir sözleşmenin ötesinde bir varoluş biçimidir "devlet". Belirli bir insan topluluğu, hayatın geleneksel yapısından sıyrılmak istedikleri ve bunu tahayyül ettikleri takdirde yeni bir devlet teşekkül ederler. "Onun (devlet) hakiki bir yaratılış olmasının sebebi budur. Devlet, muhayyilenin mutlak bir eseri olarak başlar. (…) Bir halk, tahayyül etme ölçüsü nispetinde bir Devlet yaratabilir" (s.127). Bu durum bizim geleneğimizde mevcut olan Osman Bey’in rüyasını hatırlatmaktadır. Aşıkpaşazade’den naklen "Osman Gazi kim uyudı, düşinde görür kim bu azizün koynından bir ay togar, gelür Osman Gazi’nün koynına girür. Bu ay kim Osman Gazi’nün koynına girdügi demde göbeğinden bir ağaç biter, kölgesi âlemi tutar. Kölgesinün altında taglar var ve hem tagun dibinden sular çıkar. Ve bu çıkan sulardan kim içer ve kim bagçalar suvarur ve kim çeşmeler akıdur. Andan uyhudan uyandı, sürdi geldi, şeyhe habar virdi. Şeyh eydür: ‘oğul Osman Gazi sana muştılık olsun kim Hak Taala sana ve neslüne padişahlık virdi, mübarek olsun’ didi." Aşıkpaşazade, tarihini 15. Yüzyılın sonlarında kaleme almıştır. Bu eser, o dönemin insanları tarafından okunmakta ve anlatılmaktadır. Bu hikâyenin gerçekliği tartışılabilir, ama tartışılamayacak şey Osmanlı insanın böyle bir rüyası olduğudur. Devleti ne toprak birliğine, ne dil birliğine, ne de kan birliğine indirger Gasset. Devlet bir şeyleri yapma iradesidir temelde, saf bir dinamizmdir. Hedefe atılmış bir oktur. Ya hedefi vurur ya da vurmaz. "Bir eşya değil, hareket" (s.132). Bu çerçeveden bakıldığında bugün Türkiye’de neyin eksik olduğu görülebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder